• 21. uluslararası altın koza film festivali kapsamında bugün izlediğim ve çok çok beğendiğim film.

    fikirler soyutlaştıkça daha değerli. aşk, mutluluk, huzur, barış, gelecek...
  • filmekimi sayesinde izleme fırsatı bulduğum, güzel bir `ken loach` filmi. her ne kadar inanmak istemesem de, dedikodulara göre bu ken loach'un son filmi olacakmış, eğer öyleyse loach seyircisine son derece şık, sade ve narin bir eserle veda etmiş oluyor.
    film irlanda'dan bir daha dönmemek üzere sınır dışı edilen tek irlandalı, jimmy gralton'un hayatının bir kısmını konu ediyor. kanlı iç savaştan sonra amerika'ya kaçmak zorunda kalan, arkasında kaygılı bir aile ve gözü yaşlı bir sevgili bırakan ve geri döndüğünde de kendisini katolik klisesi ve toprak sahipleriyle karşı karşıya bulan bir insanın hikayesi.
    jimmy's hall aslında 8 sene önce cannes film festivalinde altın palmiye kazanan loach'un bir diğer filmi, the wind that shakes the barleyi çok anımsatıyor, lakin bu sefer işin içinde daha az kan, çatışma ve daha çok duygu ve aşk var. konunun detaylarına girip okuyanları izleme zevkinden mahrum bırakmak istemiyorum, lakin o çok alışık olduğmuz, yerli halk arasındaki sosyalizm konuşmaları bu filmde de mevcut.
    aslinda loach, gralton'da biraz da kendisini görüyor kanımca. her ikisinin de sıkı sıkya indandığı bazı değerler var ve her ikisi de bazı çirkin adaletsizlikleri dile getirdikleri için bedel ödemiş insanlar. jimmy bunu şiddet, alay ve nihayetinde sürgün ile öderken, loach da thatcher döneminde kendisine uygulanan sansür ve kısıtlamalar ile.
    filmde ufak ufak değinilen aşk hikayesi ise güzel bir dans sahnesinde tavan yapıyor. jimmy bir zamanlar delicesine sevdiği, ama şimdi başkasının karısı olan eski sevgilisiyle romantik bir şekilde dans ediyor ve filmdeki hayat bu çift dans ederken sanki duruyor ve çift o eski masum aşklarını kısa bir süreliğine de olsa tekrar yaşıyor. işte tam da bu masumiyet, insanlar bir sistem tarafından baskı altına alınıp hayatları belli bir şekil ve düzene sokmaya çalışıldıkça kayboluyor. loach jimmy's hall'de kapalı bir politik sistemde kişisel özgürlüklerin ne kadar erişilebilir olduğu sorusunun cevabının peşine düşüyor.
    fazla uzatmadan şunu söleymek istiyorum, jimmy's hall loach'un en iyi 3 filmi arasına girmeyebilir ama onlar kadar içten ve dürüst bir film. film boyunca hem gülüyor hem öfkeleniyorsunuz, loach tam da bunu amaçlıyor bu filmde zaten.
    son olarak büyülü fener'e bu güzel filmi izleme imkanını ankaralılara sunduğu için teşekkür edip, film hakkında loach ile yapılan bir röportaj ile sizi baş başa bırakıyorum.
  • ken loach ustanın jimmy's hall'u harika bir film olmasının yanı sıra, acı bir şekilde köy enstitülerini hatırlatıyor bizlere...

    "köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikayet olarak ulaşıyordu. bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın ankara'ya baskı yapmalarına neden oluyordu."

    "1945 yılında köy enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. parlamentoda bütçe görüşmelerinde milletvekili emin sazak'ın köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer atatürk zannediyorlar demesi üzerine hasan âli yücel, bu çocukların her birinin birer atatürk olması temenni edilir şeklinde cevap vermişti. köy enstitüleri 1954 yılında kapatılmıştı."

    "köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması öğretiliyordu. aşık veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını gösteriyordu. hasanoğlan köy enstitüsü bu konuda en zengin enstrüman envanterine sahipti. daha sonra açılan hasanoğlan yüksek köy enstitüsü'ndeki derslere ankara konservatuvarı öğretmenleri geliyordu. köy kökenli öğrencilerden kurulu orkestralar müzik eserlerini seslendiriyordu.

    mandolin, taşınması ve öğreniminin kolaylığı nedeniyle yaygınlıkla kullanılan enstrümanlardan biriydi. müzik grupları, 17 nisan şenlikleri, sınıf geceleri veya okulu ziyaret eden bir yönetici için kısa hazırlık provaları yaptıktan sonra konserler vermekteydi.

    hasanoğlan köy enstitüsü'nde gerçekleştirilen bir bitirme töreni programı, enstitülerde yapılan sanatsal faaliyetlerin kapsamı konusunda örnek olarak gösterilebilir. istiklal marşı ile başlayan programda sırasıyla; konuşma korosu (sağlık kolu mezunları), marş ve türküler (akın marşı, halay başı türküsü), oyunlar (arpazlı, biço), mandolin konseri (arılar, semada yıldızlar - öğretmen kolu mezunları), marş ve türküler (vatan marşı, ördek isen göle gel türküsü - yüksek kısım mezunları), oyunlar (bengi, dağlı), keman konseri (mozart'tan rondolar; allegro vivo, allegretto, allegro a'la turca - güzel sanatlar kolu), koro (asker dönüşü, köy okulu, indim dere beklerim, çoban - güzel sanatlar kolu), temsil (anton çehov'un teklif adlı oyunu), konuşma ve diploma töreni, ileri marşı (topluca), zeybek ve oyunlar (dışarıda topluca) yer almıştı. programda ayrıca şiirler okunmuş ve müzik dersliğinde piyano ve saz konserleri verilmiştir. sergilenmiş olan, yönetmenliğini cüneyt gökçer'in yaptığı oyunun yanı sıra enstitüde son bir yıl içinde sergilenen diğer tiyatro oyunları molière'in zoraki tabip ve kibarlık budalası adlı oyunları, sofokles'in kral oedipus'u, gogol'ün müfettiş'i ve shakespeare'in bir yaz gecesi rüyası adlı oyunudur."

    kaynak: köy enstitüleri - vikipedi
  • filmekimi 2014 te izlediğim güzel filmlerden biri yine.. içimi burkmuş olmasına rağmen garip bir mutlulukla izledim filmi..otorite her zaman karşısında eğilecek insanları bulmak istiyor, bunun için de düşünmeyen sorgulamayan bir nesil istiyor. ama görüyorsunuz ki insanların 'düşünme' eylemine destek olacak her türlü aktivite bir zamanlarda bir yerlerde kısıtlanmış, sekteye uğramış, kişilerden yoksun bırakılmış ama yine de gerçekleşmiştir. bunu görmek umut vericiydi..yine de inançlar uğruna yarım bırakılmış aşklar, hayatlar ve daimi bir vatan hasreti, dört başı mağrur bir iç sızısı..
  • ken loach'un bu son filmini izleyip de türkiye'yi anımsamayacak olan yoktur. 10 yıla yayılan bir öykü anlatıyorlar loach ve onun senaristi paul laverty ustalar. 10 sene önce komünist olduğu gerekçesiyle kendi topraklarından, evinden kovulan bir adamın ülkesine dönmesi ve burada nefreti gözlerinden taşan kapitalist-faşist rahip'le mücadelesini anlatıyor. jimmy öyle güzel bir insan ki kendisinden etkilenmemek zor. jimmy en başta komünist birisi. sonraysa sanatçı. terk edilmiş, kullanılmamış, harabe bir kiliseyi satın alır ve burayı adeta sanat merkezine dönüştürür. gençler de, çocuklar da, yaşlılar da, yetişkinler de buraya gelip şarkı söylerler, resim yaparlar, dans ederler, boks yaparlar, spor yaparlar, eğlenirler, öğrenirler, öğretirler. böylelikle zamanları boşa geçmek yerine her gün daha anlamlı, daha güzel hale gelir jimmy'nin salonu sayesinde. işte sevgili irlandalılar bu şekilde hayatlarına devam ederlerken komünist jimmy'den nefret eden, kötü bir insan olan rahip çıkar. loach dingin bir anlatımla bu iki kişi arasındaki çatışmaya odaklanır.

    bir yandan sanattan nefret eden, insanların dans edişlerine "ahlaksızlık" diyen, komünizme "şeytanilik" diyen rahip; diğer tarafta bırakın devrim yapmayı, tek amaçları eğlenmek-öğrenmek olan irlandalı halk. diyaloglar, sahneler, karakterler öyle güzel, içindeki aşk öyle etkileyici ki... rahatlıkla diyebilirim ki loach'un bu 10 senedeki en iyi filmlerinden (belki 'filmi'). evet, cillian murphy'li loach filmi the wind that shakes the barley'e benziyor; ama o film gibi patlamalara, savaşa odaklanmıyor. işçinin isyanını daha hafif, daha dingin bir şekilde ama başarıyla anlatıyor (wind daha başarılı bir film bence, belirtmeden geçmeyeyim). tabii bu denli başarılı filmde bir sürü etkileyici sekans bulmak mümkün. filmin en çarpıcı iki sekansından birisi 10 yıl sonra topraklarına dönen jimmy'le bu süre zarfında evlenip iki de çocuk yapan eski sevgilisinin dans ettikleri sahne... son derece çarpıcı ve hoş bir sahneydi. diğeri ise jimmy ve rahip arasında kilisede geçen sahne.

    tabii filmin bu denli etkileyici olmasının nedeni türkiye'yi hatırlatması aynı zamanda. rahip'i görüp de rte'yi hatırlamayacak olan var mıdır? rahip film boyunca bu sanat merkezini eleştirir durur. bilhassa 40.dakikadaki vaazında bütün nefretini ortaya saçar. dans edenlere ahlaksız diyen, anti-komünist kapitalist rahip'le sanat dairelerini, tiyatroları kapattıran, sinemaya sansürü getiren, bale gibi sanatlara "zina" deyiveren, kadınların dans etmelerine ahlaksız diyen akp kadrosu arasında neredeyse fark yok. belki de tek fark, rahip'in bizimkilerden daha bilgili olması, kendi geçmişi (yani kilise'nin geçmişi) hakkında bilgi ve fikir sahibi olması. bizimkilerin yobaz oldukları kadar cahil olduklarını da söyleyebiliriz. ki yobazlık da bunu gerektirir aslında. rahip bizimkiler gibi parayı kendi amaçları ve sultanlığı için kullanır. milleti kendi topraklarından, evlerinden attırır ve o evi sahiplenir mesela. bir yandan dini, diğer yandan kapitalizmi kullanır kendi amaçları için. ama sonra, isa'nın yolundan sapmadığını, asıl günahkârların bu irlandalı işçiler olduğunu söyler. tiksinilesi birisi bu rahip.

    film bu açıdan epey etkiler dediğim gibi. rahip de, jimmy de etkileyici karakterler. keza mesela jimmy'nin annesi de etkileyicidir. yanına gelen polislere "oğluma kitap verdim, sorgulamayı öğrettim, soru sormasını öğrettim. ne yapsaydım yani? bunları yapmasa mıydım?" der. öte yandan filmin diğer etkileyici tarafı bizleri türkiye'nin 50'li yıllarına götürmesi... bunu da jimmy'nin salonuyla yapıyor film. o salona bakınca bir zamanların medarı iftiharı enstitüleri hatırlıyoruz. halkın eğitildiği, okur-yazar oranının artırıldığı, son derece başarılı olan enstitüleri hatırlıyoruz. jimmy'nin salonunun başına ne geldiyse enstitülere de o geldi. yakıldılar, savunanlara "fahişe, ahlaksız, fuhuş yapanlar" dendi, orada olan herkese komünist dendi, vur emri verildi ve en sonunda enstitüler kapatıldı. halbuki bu tür yerler kalsaydı şu an bu denli cahil bir halk ortada kalmazdı bence. zira halk gidip dedikodu yapacağına, evde işsiz güçsüz kalacağına buraya gelir ve bir sürü şey öğrenirdi. ama sağ/faşist iktidarların hoşuna gitmezdi bilinçli, bilgili, eğitimli halk.

    sözün özü; loach gene türkiye'yi hatırlatan bir film çekmiş. etkileyici, kaliteli bir film. jimmy gibi insanların sayılarının artması dileğimle...
  • şu günlerde yoğun olarak üzerimize çöken lanet olası para hırsının, sanatın ve düşünce özgürlüğünün en büyük düşmanı olduğunu bir kez daha fark etmemizi sağlayan ken loach filmi.

    üstat bizi irlanda'nın bir kasabasına götürüyor, para ve dinin insanları nasıl yozlaştırdığı üzerine bir hikaye anlatıyor.
  • zaman, coğrafya, şartlar değişse bile muktedirin acımasız, bencil, kokuşmuş ve çoğunluğun korkularıyla beslenen iktidar hırsı ve kalanların, azınlığın içindeki özgürlük tutkusunun değişmediğinin gösterenleriyle dolu, ken loach'ın son filmi. izledikçe irlanda kırsalında kendi yansımamızı görmemiz bundandır.
  • türkçe alt yazılı fragmanı yayınlanmış
  • şimdilik başka sinema ile beraber vizyona girdi çarşamba akşamı.
    irlandanın tatlı kasabasını, özlediğimiz yeşili görmek için sinemada izlenmesini tavsiye ederim. türkçeye özgürlük dansı olarak çevirmişler. mana olarak da karşılamış aslında.
    spoiler vermeden derin çözümleme yapıp anlatamayacağım. arşivlik bi film. bir saat elli dakikaya değer bi film.

    bi de sırf o tayyip bozması papaz için seyredlmeli. dinsizler, imansızlar çıkışları efsane güldürdü salonu.
  • para, mülkiyet ve dine dair bu öykü bizim topraklarımıza ne kadar benziyor.

    bir kitaptan, danstan, eğitimden ve fikirlerden korkan din adamı daha güzel nasıl anlatılabilirdi.

    ken loach bizi her zaman ki gibi mutlu ederken anlattığı öykünün günümüz türkiye'sinde hala geçerli olduğunu bilmek üzücü. film irlanda tarihinden bir kesite dair merakımızı da artırıyor.

    kaçırılmaması gereken bir film.

    http://www.youtube.com/watch?v=4pgeu9n96ey
hesabın var mı? giriş yap